ELLİ BİN YIL ÖNCESİNE UZANAN TARİH

50.000 yıl öncesine uzanan tarihiyle çok eski bir yerleşim yeri olarak bilinen Havran’ın ilk ahalileri Lelegler ve Pelasglardır. M.Ö.546’da Lydia Devleti, Persler tarafından yıkılınca Havran Bölgesi de Pers egemenliğine girmiştir. M.Ö. 334 ilkbaharında Makedonyalı İskender ile Persler arasındaki savaştan galip çıkan İskender tüm Mysia Bölgesi‘nin (Uludağ ile Kazdağı arasındaki bölge) hakimi olmuştur.

ASSUVA – MASA – MYSİA

Mysia, kuzeybatı Anadolu’nun doğuda Bithynia, güneydoğuda Phrygia, güneyde Lydia, güneybatıda Aiolis ile çevrilmiş parçasıdır. Bölge Hititler zamanında ilk olarak Assuva adıyla adlandırılmıştır. Daha sonraki metinlerde bölgenin “Masa”, yaşayanların ise “Masalılar” olarak adlandırıldıkları görülmektedir. Troia savaşında bölge artık Mysia, insanları Mysialılar olarak adlandırılmaktadır. Kadeş’te Anadolulu bir kavim olan Hititlerin, Troia’da yine Anadolulu bir kavim olan Troialıların tarafında yer almışlardır. Troia’nın alınmasından sonra Lydialılar ve onlarla beraber Aiosliler ile İonialılar sonra sırasıyla Persler, Makedonyalılar ve son olarak da Romalılar bu topraklara egemen olmuşlardır.

ROMA VE BİZANS HAKİMİYETİ

Bergama Kralı Üçüncü Attolos’un M.Ö. 133’de ölümü üzerine krallık Romalıların eline geçmiştir. Bergama devlet arazisi, Anadolu’da ilk Roma eyaleti olarak (Provinci Asia) adı altında Roma’ya bağlandı. M.Ö. 129’da Karya’dan hareket eden Romalı kumandan Aguillius, Mysia üzerine yürüdü. İç güvenliği sağladıktan sonra Mysia’nın da içinde olan “Asia Eyaleti” kuruldu. Böylece Havran yöresi Roma hakimiyetine girmiş oldu. M.Ö. 126’ya kadar bölgede kalan Aguillius, eyaletin işlerini düzenlemekle ilgilendi. Özellikle yönetim ve ordu için yol işlerine ağırlık verilerek geniş yollar yapıldı. Roma döneminde Troia’dan ve Kyzikos’tan Bergama’ya giden yollar Adramytteion’dan dolayısıyla Havran’dan geçmekteydi. W.M. Ramsay’ın “Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası” isimli eserinde bu yolları görmek mümkündür.

Euenos (Evenos-Havran) çayının kenarında kurulmuş olan ve çayla aynı adı taşıyan Havran’ın bu dönemde kurulmuş olabileceği ileri sürülmektedir. Roma döneminde, ırmağın taşmasını engellemek için inşa edilmiş olan uzun duvarların kalıntıları yer yer kasaba civarında bugün bile görülebilmektedir. Ayrıca mezarlığın eski istasyon tarafındaki duvar kalıntılarının bu şehirle ilgisi olduğu belirtilmiştir. Erken Bizans dönemine ait Havran’da bulunan bir yazıttan da söz edilmektedir.

Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395’te doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasının ardından Havran, Doğu Roma’nın yani Bizans’ın bir parçası olmuştur. Mysia bölgesinin büyük bölümü gibi “Opsekium Theması”nın idaresi altına girmiştir.

EYBEK BEY VE TÜRK BOYLARININ HAVRAN’A YERLEŞMESİ

Bölge, 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Türklerin eline geçmiştir. 1175’de Eskişehir Ovası’nda toplanan 100.000 Türkmen hiç bir sultandan emir almadan Muğla, Denizli, Bergama ve Edremit havalisine gelerek kıyı kentlerine yerleşmişlerdir. Havran’ın eteklerinde kurulmuş olduğu dağa adı verilen Eybek Bey de bu akının içinde yer almıştır. Maiyetindeki Türk boylarıyla birlikte bu dönemde Havran ve çevresine gelip yerleşmişlerdir.

Balıkesir’de kurulan Karesi Beyliği döneminde, Ece Halil Bey kumandasında Dobruca’dan gelerek Karesi topraklarına yerleşen Sarı Saltuk türkmenlerinden bir kısmı Karesi bey tarafından Kazdağı’na yerleştirilmiştir. Sarı Saltuk türkmenlerinin önemli bir kısmı ise günümüzde Havran’a bağlı olan Sarnıç mahallesini yurt tutmuşlardır.

OSMANLI DÖNEMİNDE “VİRANE YILLAR”

Osmanlı Devleti döneminde Timur ile Yıldırım Beyazıt arasında cereyan eden Ankara Savaşı (1402) Balıkesir bölgesi ile birlikte Havran ve çevresini de etkilemiştir. Bütün Anadolu’yu yağma eden Timur’un, Solakzade’nin “Bir miktar kötü huylu askeri de Mihaliç semtine ve Karesi vilayetine gönderdi. Bu diyarları baştan başa yağma ve halkını kızıl kuruşa muhtaç hale getirdiler. “ şeklindeki sözlerinden Balıkesir ve çevresinin de yağma edildiği anlaşılmaktadır. Aynı konu Tacü’t Tevarih’te “Karesi ilini de soyup soğana çevirerek, halkı bir pula muhtaç hale getirdiler.” şeklinde ifade edilmiştir.

Timur’un bu istilası sırasında Şeyh Nurettin komutasında Havran bölgesine gönderilen kuvvetler körfezde en fazla Havran’a zarar vermişlerdir. “Viraneli” denilmeye başlandığı ifade edildiği gibi bazı resmi kayıtlarda da “Haran eli” olarak geçmektedir.

Osmanlı Devleti zamanında “Havran-ı Kebir” ve “Havran-ı Sagir” adlarıyla Havran iki köyden meydana gelmekteydi. Edremit kazasına bağlı olan bu iki köy, Havran çayı tarafından doğal olarak ikiye bölünmüştür.

Havran-ı Kebir (Büyük Havran)

16.yüzyılda Resul Fakih ve Hacı Hasan adlarını taşıyan iki mahallesi vardır. Mescitlerinin yanı sıra bir Cuma Camii, bir hamam ve bir kervansaray olduğu bilinmektedir. 1530 yılında 133, 1573 yılında ise 217 vergi nüfusu bulunan Havran-ı Kebir’in 1561 yılının vergi nüfusunun ise 236 olduğu görülmektedir.

Havran-ı Sagir ( Küçük Havran)

Aşağı Köy olarak anılan Küçük Havran’ın mahallesi yoktur. Daha sonra yıkılan bir camisinin olduğu bilinmektedir. Vergi veren nüfusu 1530’da 37 kişi, 1573’de 30 kişi, 1591’de 33 kişi olarak kayıtlara geçmiştir.

Havran çayının mecrasının değiştirilerek iki köyün birleştirildiği söylenmekle birlikte Havran-ı Sagir’in Havran-ı Kebir’e göç ettiği şeklinde değerlendirmeler de bulunmaktadır. Havran-ı Sagir’in şimdiki Havran’ın 1 km kadar batısındaki Yüksekkuyu mevkisinde olduğu ifade edilmektedir. Köy camisinin de burada bulunan kuyunun yanında olduğu anlatılmaktadır. Halen mevcut olan kuyu ile asırlık karadut ağacının bu dönemden kaldığı belirtilmiştir. Buradan göç edenlerin Mescit mahallesine yerleştikleri, Çınarlı kahvenin olduğu yerde eskiden harman yapıldığı görüşü de anlatılan rivayetler arasında yer almaktadır.

HAVRAN VE ÇEVRESİNDE ZORUNLU YERLEŞİM UYGULAMALARI

Osmanlı Devleti, 1842 yılında aldığı bir kararla, konargöçer aşiretlerin o anda bulundukları sancak hudutları dışına çıkmalarına yasak getirmişir. 1861 yılında vilayetlere gönderilen hükümlerde; imparatorluğun neresinde olursa olsun, konargöçer aşiretlerin iskan olunması emronulmaktadır. Karahisar-ı Sahib (Afyon), Germiyan (Kütahya), Saruhan (Manisa), Karesi (Balıkesir) ve Ertuğrul (Bilecik) sancakları, Hüdavendigar (Bursa) vilayetine bağlı birimlerdir. Bu yıllarda Bursa valisi olan Ahmet Vefik Paşa, vilayet dahilindeki sancaklarda konargöçer olarak yaşayan aşiretleri iskana başlar. “Anadolu Sağ Kol Müfettişi” olunca kuvvet kullanarak aşiretleri zorla iskan eder. Bu baskıdan çekinen kimi aşiretler yaylak ve kışlaklarını değiştirecektir.

Havran civarında henüz yaylaya çıkmamış bulunan “Kılaz” ve “Kubaş” aşiretlerine mensup boy, oba, oymak beyleri bugün “Koca İskan” adıyla bilinen köyde bir araya getirilmiş, hepsine iskan yerleri gösterilmiş, buralardan ayrılamayacakları bildirilerek konargöçerlik yasağı duyurulmuştur. Bu tarihten itibaren konargöçerlik tamamen terk edilmiş ve göçebelik günleri günümüzde büyük ölçüde unutulmuştur.

O dönemde Havran’da kurulan köyler şunlardır: Kocadağ, Çakırdere, Taşarası, Karaoğlanlar, Eseler, Hüseyin Paşalar, Kobaklar, Kalabak, Halılar, Fazlıca, Tarlabaşı, Tepeoba.

OSMANLI SALNAMELERİNDE HAVRAN

Devlet yıllıkları olan salnamelerde geçmiş yıllara ait pekçok bilgiyi bulmak mümkündür. Ait olduğu bölge ile ilgili ayrıntılı bilgiler, nüfus hareketleri, devlet görevlilerinin isimleri ve eğitim kurumları ile ilgili bilgileri içeren salnameler, 19.yüzyıldan itibaren Havran ve çevresi ile ilegili önemli bilgilere ulaşmamızı sağlamaktadır.

Eski belgelerde Havran-ı Kebir Karyesi (Nahiyeden küçük yerleşim yeri) olarak görünen Havran, salnamelerde 1873 yılından sonra Edremit kazasına bağlı bir nahiye olarak görünmektedir. İlk belediye teşkilatı da 1873 yılında kurulmuştur. 1880 yılında açılan Rüştiye Mektebi artık Havran’ın büyükçe bir kasaba olduğunun kanıtıdır.
Havran 1890 yılında 895 hanede 1475 nüfusa ulaşmıştır.

HAVRAN BELEDİYESİ’NİN KURULUŞU

1864 tarihinde yayınlanan Teşkil-i Vilayet Nizamnamesi, Osmanlı mülki idaresi açısından bir dönüm noktasıdır. Merkezin yükünü azaltmak için kentin bayındırlığı, altyapı inşası, temizlik, aydınlatma, narh, çarşı ve pazar işleri, itfaiye gibi konularda yetkili olmak üzere belediye meclislerinin kurulmasına karar verilir. Vali ya da kaymakam tarafından atanacak olan “Reis” Belediye Meclisi’ne başkanlık edecek, kararları uygulayacak ve vilayet ile belediye ilişkilerini düzenleyecektir.

Aynı nizamname nahiye kavramı için de bir tanım getirmekte, “Nahiye için birkaç köyün toplanmasıyla meydana gelen yerleşim yerleri, kaza olmayıp, kazalara ilhak edilerek nahiye itibar olunacaktır” demektedir. Ancak yönetimiyle ilgili hiçbir malumat yer almamaktadır. Nahiye yönetimini detaylandıran ve taşra idaresinin bir birimi haline getiren 1871 tarihli “İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi”dir. Buna göre “Nahiye dairesine girecek köy ve çiftliklerde en az 500 erkek nüfus olması gerekmektedir” diyerek bir ölçüt belirlemektedir.

Tanımın netleşmesi ile daha önce karye olarak tanınan ve yeni tanıma uyan pek çok yerleşim yeri nahiye statüsü kazanacaktır. Havran da bu statüye ulaşan yerleşimler arasındadır. Havran Belediyesi, yeni statü uyarınca 1873 yılında kurulur. Salnamelerden anlaşıldığına göre belediye reisine eşlik eden, dört ya da beş kişiden oluşan bir belediye meclisi bulunmaktadır. Belediyenin değişmeyen tek görevlisi memuru kâtip ve sandık eminidir.

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ’NDE HAVRAN

Umumiyetle “Seferberlik” ve “Harb-i Umumi” olarak hatırlanan ve 1914’ten 1918’e kadar devam eden savaşlarda yüzbinlerce Türk hayatını kaybetmiştir. Vatanları için gözlerini kırpmadan ölüme giden yüz binlerce Mehmetçik Yemen’de, Arabistan çöllerinde, Sarıkamış’ta, Galiçya’da, Filistin ve Sina’da şehit düşmüştür.

En kanlı muharebeler Çanakkale’de olmuştur. Miralay Mustafa Kemal’in 19.Tümen’e bağlı meşhur 57.Alay ile adeta yıldızlaştığı Anafartalar, Arıburnu ve Conkbayırı muharebelerinde 252.000 destan yazılmıştır. Çanakkale’den sonra en çok şehit verdiğimiz cephelerden birisi de Yemen’dir. Havran’dan bu büyük vatan mücadelesine pek çok genç gönderilmiş, bir çoğu şehadet şerbetini içerek geriye dönememişler, ölümsüzleşmişlerdir.

2 Mart 1332 tarihinde Havran’da bir askeri hastane kurulmuştur. Hastane bugünkü Ali Çetinkaya İlkokulu’nun bulunduğu binada harp sonuna kadar çalışmıştır.

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ’NDE HAVRANLI KAHRAMAN ÖMER ÇAVUŞ

Birinci Dünya Harbi’nin Seyit Onbaşı’dan sonra Havranlı kahramanlarından biri de Ömer Çavuş’tur. İngiliz denizaltısını vurarak 36 kişilik mürettebatını esir alan Ömer Çavuş, Sultanhisar Muhribi’nde görev yapmıştır. 1 Temmuz 1893’te Razkan Bosadina köyünde doğmuştur. Havran’ın Mescit mahallesinde ikamet etmiştir. Yaptığı kahramanlık şu şekilde anlatılmaktadır.

“…Keza o günlerde Marmara Denizi’nde Barboros Harp gemimizi torpilleyen İngiliz denizaltısı dolaşmaktadır. Bizim 90 tonluk küçük Sultanhisar Muhribimizin de altına dalarak alabora etmek ister. Gemimizin biricik topunun başında Havran bucağından Ömer Çavuş bulunmaktadır. İngiliz denizaltısını fark ederek ateş edip küçük topu ile periskopundan vurarak paramparça etmiştir. 19 kişilik Sultanhisar’ın kahraman denizcileri düşman esirlerini geminin başına alarak 4 piyade silahı ile muhafaza altına almışlardır.

O gün İstanbullular alay sancaklarını çekmiş, dumanlar savurarak tam yolla, köpükler içinde limana giren bu küçücük gemiyi (Sultanhisar Muhribi’ni) görünce şaşırmışlardı. Çünkü bir bayram günü değildi. Düşman denizaltıları Marmara boyunca gemilerimizi torpilliyordu. Haliç limanında çok geçmeden zafer duyuldu. Alkışlar arasında Haliç’e giren Sultanhisar Muhribi’nin kahraman gemicileri layık oldukları itibarı gördüler…”

Havranlı Ömer Çavuş Cumhuriyet döneminde “Gemici” soyadını almıştır. 13 Temmuz 1966’da vefat etmiştir.

İSTİKLÂL HARBİ’NDE HAVRAN KUVA-Yİ MİLLİYESİ

İstiklal Harbi’nde İzmir’in işgalinden sonra Ayvalık’ın da işgal edileceği duyulunca 172. Alay Kumandanı Kaymakam Ali Bey (Çetinkaya) düşmana karşı koymak kararında olduğunu ve kendisine katılmaları için Edremit, Havran ve Burhaniye çevresine haber gönderir. Bu arada eski Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi Bey, Edremit ve Havran’daki tanıdıklarına haber gönderip, halkı direniş için teşkilatlandırmaya başlamıştır.

Bu hazırlıklar yapıldığı sırada Balıkesir’den bir nasihat heyeti gelerek Cami-i Kebir yakınında toplanan halka bir konuşma yapmıştır. Ancak o sırada Havran’da bulunan Burhaniyeli Hoca Şükrü Efendi bu heyete karşı çıkarak, meydana toplanan kalabalığa şu sözleri söylemiştir:

“Biz işgali tanımıyoruz. Kanımızın son damlasına kadar mücadele ederek düşmanı yurdumuza sokmayacağız. Dinimiz bize düşmanla mücadele etmeyi emrediyor. Haydi efendiler siz geldiğiniz yere gidiniz ve sizi yollayanlara deyiniz ki körfez halkı herşeyi göze alarak düşman süngüsüne göğsünü siper edecek ve onu yurduna sokmayacaktır.”

Bu olaylardan sonra Edremit’te bir Kuva-yi Milliye teşkilatı kurulmuş ve bu teşkilata bağlı olarak kurulan Havran heyetini de şu isimler meydana getirmiştir.

1-Hasan Kamil Bey ( Ormancıoğlu)
2-Fahri Bey ( Zarbalızâde )
3-Hatipzâde Ali Efendi
4-Hecinoğlu Hüseyin Efendi
5-Muharrem Bey ( Kayalı )
6-Hocazâde Abdurrahim Bey
7-Hatipoğlu Fevzi Bey ( Sözener )
8-Seyit Bey ( Tulumoğlu Muharrem Bey’in oğlu )
9-Kızılkeçili Fevzi Bey
10-Hamzazâde Süleyman Efendi
11-Hacı Bey

Bu heyete bağlı olarak bir Havran Bölüğü meydana getirilmiş ve Karaağaç cephesine gönderilmiştir. Yukarıda isimleri sayılan Havran Kuva-yi Milliye Heyeti, cephede bulunan Havran Bölüğü’nün yiyecek, içecek, giyecek ve tütün gibi bütün ihtiyaçlarını temin etmiş ayrıca Havran köylerinden yeni gönüllüler temin ederek cepheye gönderilmiştir.

Havran Kuva-yi Milliye Heyeti ayrıca Balıkesir’den Ayvalık cephesine hareket eden milli müfrezelerin ihtiyaçlarını da karşılamıştır. Nitekim 1919 ağustosunun ilk haftasında İvrindi müfrezesi ile Manyaslı Şevket müfrezesi Havran’da misafir edilmiştir.

Havran bucağında olduğu gibi köylerde de büyük hareketlilik görülmektedir. Kuva-yi Milliye teşkilatı için para yollayan ilk köy Şekveren köyüdür.

Havran Kuva-yi Milliye Heyeti’nin çok önemli bir hizmeti de cephede yaralanan askerler ve milli müfreze mensupları için Havran’da hastane açması olmuştur.

Havran Kuva-yi Milliyesi’ni temsilen ikinci Balıkesir Kongresi’ne Havran eşrafından Hasan Kamil Bey (Ormancıoğlu) katılmıştır. Üçüncü Balıkesir Kongresi’nde yapılan seçimlerde ise Havranlı Mehmet Fevzi Bey, 29 rey ile Burhaniye Menzil Müfettişliği’ne seçilmiş ve namzetliklerine ise Havranlı Hasan ve Edremitli Seyyid beyler seçilmişlerdir.

HAVRAN ADININ KÖKENİ

Havran adı “Hvrn” şeklinde Tevrat’ta ve “Havranu” şeklinde çivi yazılı kitabelerde geçmekle birlikte burada kastedilen Havran Güney Suriye’deki bir bölgenin adıdır.

Havran adının Roma ve Erken Bizans dönemindeki ismi olan “Aureliane” sözcüğünden geldiğini söylemek de mümkündür. Aureliane “Bolsu-Gürsu” anlamındadır. Havran adının, kasabanın yanı başından geçen çayın Roma dönemindeki adı olan “Euenos”tan geldiği görüşü üzerinde de durulmaktadır.

Havran Osmanlı dönemi kaynaklarında “Haran Eli”, “Franeli” ve “Viraneli” şeklinde geçmektedir. Ankara Savaşı’ndan sonra Timur’un askerleri tarafından Havran’ın tahrip edilmiş olmasından dolayı “Viraneli” adı verilmiştir. Bir başka görüşe göre kasaba eski bir şehrin kalıntıları üzerine kurulduğu için bu isim verilmiştir denilmektedir.

Havran adının kaynağı konusunda bir diğer görüş ise, Osmanlıca yazılışından dolayı bu kasabanın “Huriler Diyarı” olarak anılmasıdır. “Dönmek, eksilmek, su çalkalamak, yıkamak ve beyazlatmak” anlamındadır. Osmanlı döneminin son zamanlarında Havran’a gönderilen emanetlerin ayırım ve tesliminde çok yanlışlıklar ve gecikmeler olmuş, mektuplar yanlışlıkla Güney Suriye’deki Havran’a gitmiştir. Ticari işlemlerde bile büyük aksamalar görülmeye başlayınca Havran’ın adı 1915 yılında “Turan” olarak değiştirilmiştir. Ancak bu değişiklik uzun sürmemiş, 1918 yılından sonra tekrar eski adı olan Havran kullanılmaya başlanmıştır.

HAVRAN TRENİ

Balya’dan çıkarılan simli kurşun madenlerinin Palamutluk’tan Akçay’a nakli ve maden işletmesine gelen eşyanın Palamutluk’a sevki için 1 Mayıs 1923 tarihinde Fransızların sahip olduğu “Balya Kara Aydın Şirketi” tarafından inşa edilmeye başlanılan 75 cm genişliğindeki Ilıca-Palamutluk arasındaki demiryolu, 1 Kasım 1924 tarihinde işletmeye açılmıştır.

7 tonluk küçük lokomotifler, ikişer kompartımanlı 32 kişilik 10 tane yolcu vagonu ile yük vagonlarını taşırdı. Palamut-Ilıca, Akçay, Zeytinli, Tabakhaneler, Edremit, Bostancı, Havran ve Palamutluk’ta durakları vardı.

Havran’dan sabah 08.00’de Köprübaşı’ndan kalkan tren, öğrencileri Edremit’ten alır ve akşam 18.00’de geri getirirdi. Küçük şimendüfer Palamutluk-Ilıca arasında muntazam olarak altı sefer yapar, yük taşımasında büyük yardımları olurdu. Yaz aylarında bütün vagonlarını takarak Akçay’a yolcu taşıdığı gibi Pazar günleri geç vakit özel servisler yapardı. Havran’da güzel bir istasyon binası, eşya olarak da bir hangar, on tonluk bir vagon baskülü, 500 kiloluk bir bagaj baskülü ve bir su deposu bulunuyordu.

HAVRAN ÇEVRESİNDEKİ ANTİK KALINTILAR

1)THEBE

İlyada destanında, ormanlık Plakos eteğinde yüksek kapılı THEBE olarak adlandırılan kentin lokalizasyonu konusunda Alman araştırmacı ( Nümizmatik/Sikke uzmanı ) Josef STAUBER’in görüşüne göre kent Edremit’in kuzeyinde bulunan PAŞA DAĞI (620 Metre) civarında DERELİ Köyü yakınlarında bulunmaktadır. STAUBER bu çevrede tesbit ettiği mermer sütun, sarnıç, keramik parçaları ve küçük bir ortaçağ kalesi kalıntılarına dikkat çekmektedir.

Ancak kentin yeri başka araştırmalara göre Havran’a bağlı ve Havran’a yaklaşık 15 km uzaklıkta bulunan KUMLUCA mevkiinde ve TEPEOBA köyündedir. Bu görüş yörede araştırmalar yapan Prof.Dr.Engin BEKSAÇ tarafından da doğrulanmaktadır. Çünkü Engin BEKSAÇ tüm yörede, MYSİA bölgesinde çok önemli yüzey araştırmaları yapmış ve çok yakındaki ADRAMYTTEİON/ÖREN kazılarını gerçekleştirmiş bir bilim adamı, yöreyi en iyi tanıyan araştırmacıdır.

M.S. 2.yüzyılın ikinci yarısında Thebe şehrinde para basıldığı Josef Stauber tarafından belirtilmiş ve şehrin bu dönemde de varlığını sürdürdüğü düşünülmüştür. Bronz Thebe paralarından birisi de Briths Museum’da bulunmakta olup, bir tarafında “uzun giysili bir kadın” diğer tarafında ise “uçları birleşmiş üç hilal” olduğu belirtilmektedir.

Strabon kendi döneminde şehrin terk edilmiş olduğundan söz etmekte, bu bölgedeki şehirlerin kış sellei nedeniyle terk edilmiş olduğunu ifade etmektedir.

KUMLUCA MEZARLIĞI

Eybek dağlarının güney eteklerindeki geniş düzlükte fıstık çamı dikim sahası ortasında TEPEOBA hudutlarında Havran’a 15 km uzaklıkta çok eski bir mezarlık. Yaklaşık 20 dönüm genişliğindeki mezarlıkta 10’dan fazla Tümülüs görülmektedir. Ayrıca 100’den fazla mezar bulunmaktadır. Mezarların büyük kısmı kaçak kazılarla tahrip edilmiştir. Üzerinde kızılçam ağaçları bulunan mezarlıkta büyük taşlar yanında mezar kapağı olarak tuğla parçaları görülmektedir. Mezarlığın doğusundaki derede yaklaşık 20 m yüksekten dökülen şelalenin yukarısında bir köprü kalıntısından bahsedilmiş olmakla birlikte bulunamamıştır.

THEBE HARABELERİ

Mezarlığın 500 m kuzeyinde (Orman idaresine ait fıstık çamı dikim sahasında) doğu batı yönünde yaklaşık 300 m uzunluğundaki duvar ile birlikte bir takım kalıntılar dikkat çekicidir.

Kumluca ovasının ve ormana ait fıstık dikim sahasının batısında yaklaşık olarak 10×15 m genişliğinde ve 10 m yüksekliğinde bina kalıntısı, özellikle kuzey tarafında kemerli giriş kapısı ve işlenmiş taşlar dikkat çekicidir. Harç kullanılmamıştır. Yapıda kullanılan taşlar çok büyük ve muntazamdır. Bütün ova ve Hanlar yolu üzerindeki yamaçlarda yüzlerce dönüm arazide şehrin kalıntıları görülmektedir. Araziye yayılmış durumdaki harabelere ve kapladığı alana bakıldığında THEBE şehrinin çok büyük bir yerleşim olduğu görülmektedir.

2)LYRNESSOS

Strabon’a göre doğal bir kale durumunda olan ve kendi zamanında terk edilmiş olduğu belirttiği Lyrnessos, Plinius’a göre Euenos (Havran Çayı) nehri kıyısındadır.

Josef Stauber’e göre Lyrnessos, Havran Büyükdere köyünde Aladağ üzerindeki tepelerde olmalıdır. Oldukça yüksek bir tepe olup bütün Edremit, Havran ve Burhaniye ovaları görülmektedir. Burada seramik parçalardan, Prehistorik bir yerleşim ve tepeyi bilezik gibi çeviren bir kaleden söz etmekte ve buradaki küçük kap kırıklarını M.Ö. 2000 yıllarına tarihlemektedir. Etrafı taş duvarlarla çevrilidir. Duvarlar gayrı muntazam ve harçsızdır. Kaçak kazılarla ve zamanın yıpratıcı etkisiyle tahrip olmuştur. Tepenin hemen güneyinde daha aşağıda bulunan ve “Maltepe arası” denilen tepenin eteklerinde kaçak kazılar sonucu bakır paralar ile keramik parçaları bulunmuştur.

Tepenin güneybatısındaki Aşağı Ala Çalı veya Küçük Ala Çalı’nın batısında bulunan küçük tepeye halk arasında “Mura bucağı” denilmektedir. Buradaki kaçak kazılar sonucunda tuğla ve keramik parçaları çıkmıştır.

3)ASTYRA

Havran’a yaklaşık 5 km uzaklıkta bulunan Küçük Çal tepesindedir. Havran’ın güneydoğusunda barajın yanında bulunan tepenin İnboğazı mağaralarına bakan tarafı kayalık ve uçurumdur. Tepenin üzeri ve etekler zeytinliktir. Tepeye halk arasında “Çıvga Tepe” veya “Kaptanın Yeri” denilmektedir.

Strabon’un “…içinde Astyrene Artemisi için kutsal bir alanı bulunan Astyra köyü…” olarak bahsettiği yerde Stauber tarafından M.Ö. 2000 yılına tarihlenen seramik kırıkları bulunmuş ve burasının Hellenistik-Roma yerleşim yeri olabileceği görüşü ileri sürülmüştür.

Tepenin batı eteklerinde bol miktarda mezar kapağı, tuğla parçaları, keramik parçaları ile vazo ve yağ kandili parçaları görülmektedir. Tepenin en yüksek yerinde 8-10 m derinliğinde ve 5-6 m genişliğinde ana kayaya oyulmuş çok büyük bir su sarnıcı vardır. Etrafı sonradan duvarlarla çevrilmiştir. Tepede yapılan kaçak kazıların sonucu olarak yer yer duvar kalıntılarına tesadüf edilmektedir. Sarnıcın 100 m doğusunda içi toprakla doldurulmuş bir başka sarnıç daha vardır. Duvarlarında merdiven izlenimi veren muntazam oyuklar mevcuttur.

KAYNAKÇA: Zekeriya ÖZDEMİR – Körfezdeki Zümrüt Havran